21 Ocak 2020 Salı

LILITH



Lilith’in alevlerinden bir nefes sülfür çekmiş ve buluşmuştuk sevgili Sülbiye Yıldırım’la.
Aradan geçen yıllar sonunda Lilith’e dair yazdıklarımız Büyülü Sözlük Blog'da yan yana geldi, bakışlarımızı kesiştirdi, içimizdeki Lilith’i bir kez daha taşırdı.



Bu dosyadaki yazılar:


LİLİTH / Sülbiye Yıldırım
RÜZGÂRIN ŞARKISI / Zeynep Çolakoğlu     
Havva Yerine Lilith Olsaydı / Zeynep Çolakoğlu     






LİLİTH


Sülbiye Yıldırım

Lilith’le Âdem’i topraktan, aynı anda yaratır Tanrı,
mutlu yaşasınlar diye cennete yerleştirir onları.
Ama ne mümkün… Doğuştan asi Lilith,
bir türlü, her alanda söz sahibi olmak isteyen Âdem’in efendiliğini kabullenmez.
Onun hep üstte olmasını aşağılayıcı bulur, itiraz eder.
Mademki topraktandır ikisi de, öyleyse eşittirler şu yeryüzünde.
O zaman üste çıkmalıdır sırası geldiğinde kendisi de.
Ah!.. Âdem’e söylenir mi hiç böyle bir şey.
Hiddetlenir egemen Âdem.
Bereketli, kapsayıcı gökyüzüdür, aynaya baktığında kendisinde gördüğü.
‘Erkek’tir en önemlisi, var mıdır küçüğü büyüğü...
Ya Lilith? Bir kadın… Toprak gibidir kadın Âdem’e göre.
Ayaklar altında olmalı, rahatça sürülmeli, tohumlarla taçlandırılıp, ürün vermesi sağlanmalıdır.
Üstelik kendisi gibi akıllı da değildir. Saçı uzundur çünkü.


Hiç üşenmez defalarca efendi olduğunu söyleyip durur, eşit olduklarını ısrarla tekrarlayan Lilith’e.
Âdem tepeden bakan tavırlarına devam edince,
ısrarlı olunca evrenini efendisi olan tanrıdan sonra kendisinin de yeryüzünün efendisi olduğuna, dayanamaz Lilith, “Ne halin varsa gör!” Der.
Köleliğinin karşılığı olarak önüne serilen cenneti itip elinin tersiyle,
Çocuklarını da arkasında bırakarak, özgürlüğü ve eşitliği uğruna
kapıyı çarpıp çıkar, bakmadan arkasına bile.
Çok kızgındır ama hem Âdem’e, hem de Âdem’in aklını kullanmasını engelleyen efendisine. Giderken durmadan söylenmekte, efendinin kendisine yasaklanan adını yüksek sesle yinelemekte, içinden de Âdem’e ilenmektedir biteviye.
Âdem kalınca bir başına cennette her şey anlamsızlaşır.
Buza keser cıvıl cıvıl duygular.  Yemişleri dökülür ağaçların kırağı vurmuş gibi.
Çamura bulanmış fosfor sarısına döner mavi gökyüzü,
gümüş ışıltılarla ılık ılık esen cennet yeli kırmızıya boyanır.
Heyhat! Âdem, ilk defa kaybetmeyi tatmıştır.


Lilith’siz dünyada efendisi bile silinir aklından.
Lilith’e keser tüm yaşamı, aklı iyice gider başından.
İktidarsızlaşır, yoksullaşır, kimsesizleşir, saldırganlaşır.
Kana, acıya boğması yeryüzünü o günden bu güne, acısı derinine işleyen o kaybetme tadındandır.
Cennete de yakışmaz bu haliyle, evrene de sığamaz.
Hiç durmamacasına, yalvarır efendisine Lilith’i geri ister.
Efendi üç meleğini gönderir, çağırır Lilith’i
ama asiliğini bildiğinden unutmaz tehdit etmeyi.
Eğer dönmezse cennete, her gün çocuklarından, ölecektir yüzlercesi.
Lilith’e tehdit işler mi, Âdem’le eşittir, vermiştir kararını,
Yoktur hiç kimsenin bir ötekinden üstünlüğü, kabul etmeli bunu kâinattaki her yaratı.
Hele çocuklarıyla sınanacağını duymak daha da kızdırır onu,
onurunu kırar, aşağılanmış sayar bir kez daha kendini.
Dönmez Âdem’e.
Oyuncağı olmayacaktır hiç kimsenin. Tek başına kuracaktır yaşamı.
Öte yandan, yalnız kalmasın ve sonsuza dek itaat etsin diye Âdem’e, Havva yaratılır onun kaburga kemiğinden bu kez.
Çok da dikkat edilir olmasın diye, kendi başına buyruk, zapt edilemez, denetlenemez.
Ama intikamcıdır Âdem de, efendisi de.
Kaybetmeyi hazmedemezler, Lilith’in başkaldırısını unutamazlar. Yeryüzünü, gökyüzünü söylencelere boğarlar.
Kalın bir söz tabakası sarar çepeçevre dünyayı, hatta tüm kâinatı.
Lilith için demediklerini bırakmazlar.
Şeytandır, uğursuzdur, baştan çıkarıcıdır, üstelik güzeldir Lilith.
Temiz olmayandır, fahişedir. Saçları yılan gibidir, sokar. Gülüşü zehir gibidir öldürür.
Dudakları dünyadaki her şeyden daha tatlı bir şarap gibi,
sarhoşluğun en koyusunda zinaya sürükler içeni.
Öyleyse güzel, akıllı, boyun eğmez kadının adıdır Lilith.
Şeytandır. Erkekleri baştan çıkarandır.
Üstelik Lilith “geceye ait olan”dır..
Lilith kötüdür, öyleyse kadın da kötüdür.
Lilith şeytandır, öyleyse kadında şeytandır.
İsyanın simgesidir Lilith, başı ezilesidir, sözü kesilesidir, yok edilesidir. Cadıdır, baştan çıkarıcıdır. Cinlerin başı, gece canavarıdır.
Aramızda kalsın ama aslında Lilith, Âdem’in kadının yapıcı gücüne ve yaratıcı cinselliğine duyduğu korkunun ve hasedin adıdır.
Güçsüzlüğünün sembolüdür.


Lilith kötüdür de Havva iyi midir?..
O da kandırmıştır Âdem’i.
İyiyle kötüyü ayırt etmesini sağlayacak elmayı yemesine sebep olmuştur.
Soru sormayı öğretmiştir, gözünü açmıştır.
Bu efendiler ne garip, farkında değiller akıllarına ihanet ettiklerinin,
kendilerini temize çıkarmaya çalışırken.
Zekâlarını yok sayarlar, kandırılmaktan medet umarken,.
Kim bilir, belki de haklıdırlar...


Âdem’in Havva’dan önce bir eşinin daha olduğunu çoğumuz bilmeyiz, ya da bilmezden geliriz. Çünkü Lilith, bilinmemesi, unutulması gereken, başkaldıran, devrimci bir kadındır.
Öyleyse uygun olan, onu yok saymaktır.
Başkaldıranların tanrısı olan Lilith’i bize unutturanlar, başkaldırmayı da unutacağımızı düşündüler. Yanıldılar!
Kadın, yüreğindeki sevginin barışçıl gücünde, yaşamı var eden elleriyle acı çekerek yaratandır.
Sahip çıkar yaratısına, ölümü göze alır.
Âdem’in haksızlığına direnirken aslında var olmanın kavgasındadır.


Niye mi anlattım bu öyküyü yüzyılların ötesinden taşıyarak.
Karar verin istedim, kandırmak mıdır bütün mesele, kandırılmak mı?..


RÜZGÂRIN ŞARKISI

Zeynep Çolakoğlu
Bir gün bir üçleme biraya gelse ve rüzgârların çaldığı bir şarkı yazsa birlikte... Lilith, Lotus, Lamia olsa adı da...
Her şey bir rüzgârla başladı. Eski Sümerce lil, fırtına ve rüzgâr anlamına gelirdi. Ona geceleri dolaşan, erkeklerin kanını içen Babil-Asur kökenli Lilitu’nun eklenmesiyle “Dişi Şeytan, Rüzgâr Hayaleti” anlamını kazandı. Gece hayaleti anlamında kullanılan İbrani kökenli Laila’nın hikâyelerde dolaşmasıyla da, Lilith, gecesel bir yaratık olarak mitlerdeki yerini aldı. Peki, Lamia kimdi? O da Lilith’in kızlarından,  sofuların erotik rüyalar görmesine neden olan, meniyle ruh çalan... O dönem sofuların kâbusuydu Lamialar, çocukları öldürdüklerine dair söylentiler de eklenince cadılıkla özdeşleştirildiler. Bu öykünün çiçeği ise Lotus. O da  Sümer-Babil kökenli lilu kelimesinden gelir ve kadın cinselliğini simgeler. Bir diğer adı Nelumbo Speciosum. Hint geleneklerine göre ilahi güzellik, bereket sembolü ve sudan yani kaostan doğan kutsal bir düzen.

Lilith
Alevlerden gelen şeytani bir güzellik
Gözlerinden taşan derinliklerde
Aynalardan içinize işler bakışları
O, tüm varoluşa ve eşitsizliğe karşı
İlk baş kaldıran, bir “non serviam”

Lotus
Kendini ölümle bağdaştırabilen bir hayat kadar gerçek
Karanlıkları da kucaklayabilecek bir gecedir O
Bağımsızlığın ve özgürlüğün ilk timsali
Bereket sembolü, yeniden doğuşun simgesi,
Tarih sayfalarından hınçla silinmiş ilk şamanın adıdır kendisi

Lamia
Parlak kızıl saçları dalgalanır gecede
O kusursuz bir sanat eseridir
Kusurlu yaradılışa öfkeli ilk kadın efsanedir
Bence kadınların bir kısmı gerçekten de ondan gelir
Onun o fırtınalar kadar asi ruhundan
Engin, özgün ve bilgece düşüncelerinden

Dante Gabriel Rossetti: Lady Lilith


Havva Yerine Lilith Olsaydı

Zeynep Çolakoğlu

Cinsiyetçiliğin birey ve toplumdaki yansımaları kadın, erkek, kadın ve erkek arası geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı ve kadın hakları, cinsiyet eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler üzerinden tartışılmalıdır. Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında ilerleme kaydedilebilir ve asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii ki hep birlikte.

İştar, Kibele, Anahita, Ninhursa, Tiamat ve Lilith efsanelerinin her biri kadının toplumdaki yerini, kadın haklarının tarihteki evrimini anlamak ve sorular sormak için bizi bekleyen mitoslar.  Mitoloji, içinde doğduğu toplumsal gerçeğin bir ürünüyse eğer, insanlık tarihinin aydınlatılmasına hizmet ettiğini söyleyebilir miyiz? Yazı boyunca yapılan kadın-erkek ayrımının soyut bir ayrım olduğunu baştan belirtiyor ve Lilith efsanesine geçiyorum.

Lilith bu mitosların en başında gelen günümüzde feminizmin sembolü olarak da kabul edilen merak uyandırıcı ve kışkırtıcı bir sembol. Tevrat’ta geçen yaradılış hikâyesine göre cennet bahçesinin ilk sakinleri Âdem ile Lilith’dir. Anlatılanlara göre Lilith, Âdem ile eşit olduğunu söyleyerek Âdem’in isteklerine cevap vermeyi reddeder ve Âdem’in zorlamaları üzerine de tanrının gizli adını söyleyerek cennet bahçesinden ayrılır ve bir daha da geri dönmez. Âdem’in sızlanmaları üzerine Tanrı, Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Bunu duyan Lilith de yılın kılığında cennet bahçesine girerek, yasak meyveyi yemesi ve Âdem’e de yedirmesi için Havva’nın aklını çeler. Anlatının sonunda cennetin bu yeni çifti de cennetten kovularak dünyaya iniş yaparlar. Peki, hikâyenin kilit noktasının kaburga kemiği gibi göründüğü şu noktada, kaburga kemiğinin Sümer mitolojisinde geçen Ninhursag ile olan benzerliklerini bir kenara bırakırsak, Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmasının nedeni Havva’nın ayrı bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkmasını engellemek olabilir mi? Havva kadınlarının kimlik sorunları onları insanlık tarihindeki bu ıstırap dolu konuma taşımış olabilir mi? Ya da hikâyenin nasıl geliştiğini bilen Havva, bir kimlik sorunu sıkıntısı yaşadığından değil de, Âdem’in ayak izlerini takip ederek çatışma olmadan, uyumlu, itaatkâr ve daha az stresli bir hayat seçmiş ve böylece daha mutlu olmuş diyebilir miyiz? Daha mutlu muyuz kadınlar gerçekten?

Buna karşın dişi insanın soyu Lilith’den gelseydi, ne istediğini bilen ve Âdem’le eşit olduğunu düşünerek isteklerini yerine getirmeyi reddeden Lilith kadınları isyankâr, çatışma dolu, daha stresli ve daha mutsuz bir varlık olurlardı diyebilir miyiz? İşte akıllara o zaman şu soru geliyor; Takip etmek, kabul etmek ve çatışma olmaması adına müsamaha göstermek mutlu bir hayata götürür mü insanı? Huzur başkasının belirlediği bir hayata adapte olmak mıdır? Bunun aksine bağımsız olmak, ne istediğini bilmek ve bunun için çatışmak, yarattığı stresli hayata rağmen mutlu eder mi kişiyi?

Havva’dan gelen kadınlık görünürdeki kadın-erkek çatışması ile birlikte kadın-kadın çatışmasını da içeriyormuş gibi gelir bana. Geleneklerin devam ettirilmesinde otoriter büyükanne vurgusuna sıkça rastlarız. Kurallar aslında kadınlar tarafından konulmuş, erkek neslini bu kuralar çerçevesinde kadınlar yetiştirmiş ve acı çeken yine kadınlar olmuş gibidir. Pasif agresifliğin acısını hemcinsinden çıkarıyordur sanki kadın. Toplumun kadını nasıl tanımladığı üzerine düşünürsek karşımıza cinsel kimliğinden utanan, kadın varlığını belirleyen tüm parametreler kurumlarca belirlenen, eve hapsedilen bir yapı karşımıza çıkar. Evi çekip çeviren ve aslında tüm yönetimden sorumlu onlardır; ne derlerse olur, yeni nesillere müdahale edilir, özellikle akrabalık adı altında kadın-kadın ezilmesine tanık oluruz. Peki, bunu dayatan sadece toplumun kadını mıdır? Erkeğin buradaki konumlanışı nedir? Erkek hem kadının hem de kadının hemcinsinin düşmanı olmuş mudur? Lilith kadınları bu pasif agresif rolü baştan reddeder miydi diye düşünmeden edemiyorum. Birbirinden intikam almak yerine bireyselliğine önem veren özgürlükçü birer lider olur muydu her biri?

Kadın hakları konusu aslında bir sistem sorunsalı olup izlerine dünyanın dört bir köşesinde rastlanabilse de insan haklarının korunmadığı devletlerde ihlallerin sıklığı, kuralların olmaması ya da oturmaması ve cinsiyetçi yaklaşımlara sahne olan ataerkil geleneksellikle ön plana çıktığını söyleyebiliriz.  Ancak kadınların pek çok konuda eşit haklara sahip olduğu, sistemin kadın-erkek değil de insan üzerinden yapılandırıldığı, hatta kur yapmada bile geleneksel motiflerin dışına çıkılarak rollerin değiştiği bir sosyal hayata sahip insan haklarının korunduğu devletlerde de aynı sorun hala devam etmektedir.
Mitosta belden aşağısı ateşten bir sütun olarak anlatılan, âdemoğullarını geceleri ayartan bir vahşi güzellik olarak dişiliğini sonuna dek yaşayan Lilith’in bu konuda geldiği nokta ne olurdu? Havva kadınları dişiliğinin bir ceza olarak geri dönüşünü görmüştü tecavüzle, kadınlığı nedeniyle kimi kapıları açtığını, zekâsının ikinci plana atıldığını ve bedeni üzerindeki beklentiler nedeniyle yeteneklerinin görmezden gelindiğini de. En başa saralım, kadın olmak nasıl oldu da bir sorun oldu? Kadın bedeninin tek bir güzellik kalıbına sokulması, kadının önce babanın sonra da kocanın namusu olması, tecavüzün bir korkutma/caydırma için kullanılması ve tüm bunların nedeni olan iktidar sorunu nasıl girmişti insan hayatına? Küfürlerde bile kendini gösteren erkek egemen söylemler neden kadın bedenini aşağılayacak şekilde kurulmuştu? Kadın neden sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalmıştı? Erkek neden kadının koruması rolünü üstlenmişti? Kadını erkekten koruması gerektiğini düşünen bir erkek sorunu var gibi görünüyor karşımızda. Kadın neden erkekten korunmalıdır?

Geceleri âdemoğullarının üzerine çıkıp spermlerini çalan ve yüzlerce demon doğurup insanoğlunun üzerine salan Lilith, kadın bedenine farklı bir bakış açısı getirir miydi? Ortaçağda sofuların meniyle birlikte ruhlarının da çıktığını düşünmeleri Lilith’i onların gözünde daha korkunç bir hale getirmişti. Zorla hakkını gasp etmek anlamına gelen ve erkek tekelinde kadını sindirmek ve kadın cinselliğinin aşağılanması olan tecavüze karşın Lilith’in gece ziyaretleri erkek iktidarını sarsmakta değil midir? Âdemoğlu Lilith’den doğan cinlerden korkar, korunmak için muskalar oluşturur. Burada dikkat çekici olan Lilith’in doğurganlığı anaerkil bir bakış açısına göre düzenlenmiş olmasıdır. Peki, insanlık anaerkillikten ataerkilliğe nasıl geçti?

İnsanlık tarihinde avcı-toplayıcı topluluklarda kadınların erkeklerle eşit bir saygınlık ve statüde oldukları bilinmektedir. Toplumun yerleşik bir yapıya geçmesi ve mülkiyet birikiminin yaygınlaşması ile kadının toplumdaki statüsü değişmiştir. Bu süreçteki en önemli parametre mülkiyettir. Çünkü bu kavramın netleşmesi ile nesneleşmekten nasibini alan kadın da hem cinsel hem de ekonomik olarak sınırlandırılmıştır. Oysa gezici-toplayıcı toplumlarda kadınlar istikrarlı bir statüye sahipti.  Bu eşitliğin nedeni de hiç kimsenin bağlılık ve ezilmeye neden olacak, borç/minnet duyulacak birikime yani özel mülkiyete sahip olmamasıydı.

Ancak daha sonra ne oldu da etrafımızdaki tüm çiftçiler erkek oldu? İşte bunun nedeni de saban tarımına geçilmesiyle, arazi mülkiyetinin ortaya çıkması ve ardından gelen ikincil ürünler (dokumacılık, süt ürünleri gibi) devrimidir. Yiyecek işleme kaplarının icat edilmesiyle de toplumsal tabakalaşma, zengin-yoksul farklılaşması ve borçlandıkça artı ürün yaratabilecek zamandan yoksunluk ortaya çıkar. Artık toplumda maddi zenginlik vardır ve buna insanlar ve kadınlar da katılır ve birer alışveriş nesnesi olarak sayılır. Kadının statüsü ile ekonomik üretim arasında sıkı bir ilişki olmakla birlikte her toplum farklı süreçlerde bu ilişkiyi yaşamıştır.

Lilith kadınları özel mülkiyete karşı çıkarak avcı-toplayıcı toplumlarda yaşamlarını sürmeye devam ederler miydi? Kanatları olan ve fırtına ve rüzgâr anlamına gelen eski Sümerce lil kelimesinden türeyen isimleriyle yerleşik bir hayat yerine anarşist gezici toplulukları tercih ederek statüsünü korur muydu? Buna karşın Havva kadınları yerleşik hayata geçişin ardı sıra gelen feodalizm ve nihayet kapitalizmin onların statülerinin düşürerek birer özel mülkiyet haline getireceğini nereden bilebilirlerdi? Aslında günümüzde göçebe yaşayan ve halk arasında Çingene olarak bilinen tüketim kültüründen etkilenmeyen kimi anarşist topluluklar eşitlikçi bir düzen içinde hala yaşamaktalar.

Devlet, kadın ve erkek üzerinden iktidarını kurar. Ancak kadın, evdeki emeğine karşılık bir değer atfedilmediği için en fazla sömürülen işçidir. Kadın başkaldırmadan hak talep edemez. Çünkü içselleştirilmiş sömürü en tehlikeli sömürüdür ve adeta genetik bir kod gibi nesilden nesile aktarılır. Artık kadın sömürüyü en acı dolu şekilde hisseden emekçi haline gelmiştir. İş yaşamına katılımı daha geç ve daha zorlu olan kadının karşılaştığı ayrımcılık, sokakta karşılaştığı taciz, tecavüz, kaç çocuk doğuracağı ve nasıl doğuracağı, ne giymesi gerektiği, nasıl davranacağı gibi bedeni üzerinde alınan kararlar, annelik kavramıyla üzerine yapıştırılan, tüketim kültürünün favorisi evcilliğin kadın sorunun en temel başlıklarıdır sadece.

Yalnızca işlemeyen ya da tutarlı bir bütün oluşturmayan bir şeyin nedeni vardır önermesinden yola çıkarak kadının konumlanışını sorgulamaya çalıştım. Lilith, Âdem, Havva mitiyle başlayıp, avcı-toplayıcı ve tarım topluluklarının yaşam tarzıyla devam eden bu yolculuk, beni toplumsal cinsiyet, mülkiyet ve tüketim kültürü kavramına götürdü. İşte bu nedenle bu sorunun nereden ele alınırsa alınsın bir sistem sorunu olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor zira verdiğimiz mücadelenin doğru hedefe yönelik olması hem bireysel hem de toplumsal anlamda önemli bir nokta. Cinsiyetçiliğin birey ve toplumdaki yansımaları kadın, erkek, kadın ve erkek arası geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı ve kadın hakları, cinsiyet eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler üzerinden tartışılmalıdır. Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında ilerleme kaydedilebilir ve asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii ki hep birlikte.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder